8 Ekim 2012 Pazartesi

Karanlık ruhumun sancısı


O ruh benim.

Siyâhların içinden çıkıp gelen.
Suskun bir sevdâ getiren hüzün bohçasında.

O ruh benim.

Geriye bakıp adını anmaya cesaret edemediğim,
Ölümlüler diyârındaki ölümsüz âşık benim.

O ruh benim.

Tütsü dumanının boşlukta kıvrılan beyâzlığındaki,
Hava taneciklerini öperek uzayan beyaz benim.

O ruh,
O ruh benim adım.
O, o benim yaşam pınarım.
O benim sadâkatim.

O ruh benim.

Sonsuzluk nidâsı içinde çırpınan hayâletin sulieti,
Fokurdayan kaynar sulardaki beddualar, benim.

Benim o sesleniş.
Eski aşklara çağrı benim.
Eski yollardaki kaybolmuş gezgin benim.
Göçebe çadırımın tentesini aydınlatan kandil ışığı benim.

Mai benim adım.
De bağlaçlarında kaybolan.
Mai ve siyah.
Siyah ve beyaz.

Birbirinin aynı cümlelerdeki farklı manâlar benim aslında.
Kelimesiz kurulan cümleler benim.

Binbir çeşidim ben, bir çeşitten türeyen.

Aşk benim, aşık benim, aşk pınarı benim.

Ben bir hiçim.

O olmadan, olamayan.

Ben bir noktayım.

Cümlenin sonuna yakışan.

Bir birlikteliği taşıyan.

Bir anlam olmadan, kuru bir susuntuyum ben.

Bazen üç noktayım, anlamları deviren.

Bazen üç noktayım ben, sonsuzluğa uzanan...

Bazen hiç noktam olmaz benim.
Beni benden alan.
Ben, benden geçeli oldulara kaldım.
Kaçırdım bütün trenleri o bozkır yolunda.
Arkasından baktım atlıların.

Geç kaldık.
Geçmişte kaldık.
Yarına uzanan yollarda, eskiden takıldığımız çukurlara küfür ettik.
Ettik, ve arkamıza dönüpte baktık ki hiç yol gidememişiz daha.

Biz,
Kaybolduk.
Boğulduk.
Ve kudurduk.
Biz,

Biz muhtaç varlıklar olduk.
Yol gösterilmeye muhtaç
Hep öyleydik zaten.
Şimdilerde tek yapabileceğimiz.
Bize yol gösterecek o ışığı beklemek.
Yaşlanmak ve gücenmek.
Yaslanmak ve beklemek.
İşte bu.
Hayata konan üç nokta...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder